Doksanlar devlet tarafından; Kürt kimliğinin ve dilinin yasak edildiği, inkar edildiği, Kürt sorununun varlığının reddedildiği ve PKK’nin de iç düşman olarak hedef alındığı, 1984’te PKK’nin başlattığı silahlı mücadeleye karşı Milli Güvenlik Kurulu (MGK) stratejilerinin uygulandığı yıllar.
Doksanlı yılların 11 Hükümeti -Doğru Yol Partisi genel başkanı Tansu Çiller’in güven oyu almayan azınlık hükümeti dahil- Olağanüstü Hal (OHAL) rejimini sürekli uyguladılar. Doksanlı yıllar adı telaffuz edilmeyen sert ve çetin bir savaşın yaşandığı yıllar oldu. PKK’yi yok etme stratejisinin bir sonucu olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) OHAL bölgesinde ve sınır ötesinde -Güney Kürdistan/Kuzey Irak- karadan ve havadan büyük askeri güç ile çok sayıda askeri harekat düzenledi.
PKK doksanlı yıllarda sayıları beş bin kadar telaffuz edilen gerillanın eğitimini Irak’ta, İran’da ve Türkiye içinde gerçekleştirdi ve özellikle bu üç ülke sınırının birleştiği bölgede etkili baskınlar düzenledi.
Kürt sorununun bölgesel bir nitelik kazanmasıyla yeni gerilimler yaşandı. PKK Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi toprakları içinde yaşam alanı bulup ancak etkin hale gelince Barzani güçleriyle silahlı çatışmalar yaşandı. Sonuç olarak PKK kamplarda varlığını sürdürdü.
Bu savaş Türkiye’de doksanlı yıllarda her günün gündemindeydi. Her can kaybı, cenaze törenleri toplumu derinden sarstı, etkiledi. Savaş toplumsal travmalara ve kırılmalara yol açtı. Türkiye’nin batı bölgelerinde Kürtler kendilerine, işyerlerine ve evlerine yapılan saldırılara maruz kaldılar.
Sovyet Bloku, Ortadoğu ve AB
Dünya 1990’a Berlin duvarının yıkılmasıyla girdi. İki Almanya birleşti. Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla eski Sovyet Cumhuriyetleri'nde kapitalist dünya blokuna entegrasyon çalışmaları gündeme geldi.
Irak’ın Küveyt’i işgaliyle ‘Körfez Krizi’ başladı. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) öncülüğünde Koalisyon güçlerinin -ikincisi de yaşandığı için- 1. Körfez Savaşı olarak adlandırılan Irak’a yönelik askeri operasyonları da 90’ların başında yaşandı. Körfez savaşı Irak’ta bir Kürt yönetim bölgesinin oluşmasına ve PKK’nin bölgesel bir güç olmasına yol açtı.
Bu yıllarda Türkiye’nin AB üyeliği süreci gündeme girdi, 1995 yılında Gümrük Birliği Sözleşmesi imzalandı. Artık Türkiye’nin AB yolundaki ajandasında ‘Demokratikleşme reformları’nın başlatılması ve ‘Kürt Sorununun çözülmesi’ vardı. Avrupa Parlamentosu Kürt Konferansı düzenleyerek Kürt sorununu Avrupa’ya taşıdı.
Savaş
Savaş ortamında yolsuzluklar yaygınlaştı, gelir dağılımında eşitsizlik büyüdü. Ormanlar yakıldı, yayla mezra yasakları getirildi, eşya ve mal sirkülasyonu kısıtlandı, tarım hayvancılık ve günlük yaşam büyük zarar gördü. Kürt illeri ekonomik bir ambargoya tabi tutuldu. Sağlık eğitim beslenme ve barınma sorunları ağırlaştı.
Bu yıllarda, sorunun ekonomik kaynaklı olduğu bölgesel gelişmişlik farklarının ortadan kaldırılması halinde sorunun çözüleceği varsayımları üzerine bazı ekonomik projeler programlandı, bölgedeki yatırımlarda vergi muafiyetleri ve teşvik kredileri uygulandı.
Sivil halk, silahlı çatışma ortamında, insan hakları evrensel kurallarına ve savaş hukukuna aykırı eylemlere hedef oldu büyük mağduriyetler ve acılar yaşadı. Cezasızlık kural haline geldi. Sıkıyönetim Mahkemeleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri savaş hali hukukunu uyguladı, özellikle Terörle Mücadele Yasası (TMY) pek çok haksız cezalandırmalara dayanak oldu.
İfade özgürlüğü alanı daraltıldı, toplantı ve gösteriler suç teşkil etti. Newroz’larda güvenlik güçleri sokağa çıkan kitlelere ateş açtı, saldırdı, insanlar öldü, yaralandı, gözaltına alındı, tutuklandı, yargılandı, cezalandırıldı.
Ateşkesler ve çözüm ihtimali
Devlet, PKK’nin, Abdullah Öcalan’ın, sonuncusu 1998 de Cumhuriyetin 75. Yıldönümüne rastlayan üç ateşkes kararını ve barış çağrılarını, silah bırakma mesajını yanıtsız bıraktı.
Devlet içinde de savaşın sona erdirilmesi ve Kürt sorununa barış içinde sivil siyaset yoluyla çözüm aranması eğilimi içinde olanlar tasfiye edildi.
17 Şubat 1993 günü bindiği askeri uçağın düşmesi sonucu yaşamını yitiren Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis ile, 17 nisan 1993 günü yaşamını yitiren Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın da böyle bir tasfiyeye tabi tutulduklarına dair iddialar dile getirildi.
PKK lideri Abdullah Öcalan 1999 yılında Türkiye’ye getirilerek yargılandı, idama mahkum edildi. Ancak idamı infaz edilmedi, idam cezası bu vesile ile AB reformları kapsamında kaldırıldı.
Devletin Kürt varlığını inkar etmesi ve PKK ile savaş adı altında Kürt halkını hedef alması tarihi, çok boyutlu ve karmaşık bir durumdur. Bu özet ve genel değinmelerden sonra; 90'larda Kürt sorununu ve Kürt siyasi hareketini bu yazı kapsamında anlatabilmek için, bu savaşın tüm biçimlerine muhatap olanların öykülerini hatırlatmak gerekir diye düşündüm.
Yaşamını yitirenler
Bu savaşın en ağır bedeli, yitirilen canlardır. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın verilerine göre silahlı PKK eylemlerinin başladığı 1984'den 1998 yılı sonuna kadar, militan ve sivil halk ile güvenlik güçleri - subay-astsubay-uzman çavuş-er-polis-köy korucusu olmak üzere toplam kırk beş bin kadar kişi yaşamını yitirdi.
1990-1998 itibariyle yargısız infazlarda1102, faili meçhul siyasi cinayetlerde 1683, kaybedilmelerde 179, gözaltı ve cezaevlerinde 348, mayın-bomba patlamalarında 468, sivillere saldırılarda 1053 kişi olmak üzere toplam 17bin 955 kişi öldürüldü.
Devlet; TSK, polis, özel tim, korucu vb güvenlik teşkilatının yanında yasadışı örgütlenmeleri de devreye soktu. Yargısız infaz, faili meçhul ve kaybedilmelerde ‘devlet için kurşun sıkan şerefli kahramanlar’ olarak nitelenen ülkücü tetikçiler ile JİTEM elemanları, itirafçılar, altmışlı yıllardan beri adı duyulan kontrgerilla ve bölgedeki suç örgütü Hizbullah militanları sivil halkın üzerine salındı.
PKK’nin korucu köylerine, şantiyelere, eğitim binalarına, genel olarak sivil halka yönelik saldırılarında da ölümler yaşandı. Özellikle öğretmen ölümleri toplumsal tepkilere neden oldu.
Susurluk kazası
3 Kasım 1996'da Susurluk’ta gerçekleşen trafik kazası istihbaratçı, siyasetçi ve ülkücü tetikçi işbirliğini açığa çıkardı. Bu olaydan sonra sosyal tepkiler yükseldi, kitlesel eylemlilikler yaygınlaştı.
Sürekli Barış İçin Bir Dakika Karanlık eylemlerinin yaşandığı dönemde Barış talebi 1 milyon imza ile TBMM’ne iletildi. Ancak tüm bu tepkiler TSK tarafından Necmettin Erbakan’ın başbakanlığındaki Refah Partisi - Doğru Yol Partisi koalisyon hükümetine yönlendirildi. 28 Şubat 1997'de MGK irticayı milli güvenliğe yönelik bir tehdit olarak niteledi ve gereği için bürokrasiyi görevlendirdi. Böylece Kürt sorununun barışçıl çözümü için oluşan tepkiler boşa çıkarıldı.
Sivil ölümlerde yaşam hakkı ihlalleri iddiaları genel olarak soruşturulmadı, açılan davalar çok uzun sürdü, karar verilen davalarda ise görevli sanıklar güçlü delillere rağmen aklandı. Cezasızlık, dokunulmazlık kural haline geldi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), TSK’nin kara operasyonları ve köylerin havadan bombalanması sırasında öldürülenlerin yakınlarının başvurularında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) aykırılıklara hükmetti, Türkiye’yi mahkum etti.
Kürt sorununda tüm topluma ve Kürt siyasi hareketine en büyük dersi can kayıpları verdi. Barış düşüncesinin yükselmesinde bu büyük acıların bir daha yaşanmaması dileği çok etkili oldu. Ölenler Kürt sorununun barışçıl çözümünde en değerli ve unutulamayacak unsurlar olarak tarihe geçtiler.
Zorla göç ettirilenler
Doksanlı yıllar, göç ettirilenler açısından da unutulamayacak bir zorbalık ve acılarla dolu bir dönemdi. 3-4 bin mezra ve köyün boşaltıldığı, yıkıldığı yakıldığı bir dönem.
İnsanlar; yer gösterilmeden, evlerini terk etmek için süre dahi tanınmadan, taşınabilir eşyalarını-bazen çocuklarını- almalarına izin verilmeden yaşadıkları ortamlardan, geriye dönüşü imkansız kılacak bir biçimde, kovuldular. Zorunlu göçe tabi tutulmuş olanların sayısı dört milyon olarak tahmin ediliyor.
Devletle işbirliğini ve korucu olmayı reddeden ve PKK’li olarak kabul edilen bu insanların yoksul olanları en yakın kent merkezlerine kendi olanakları ya da akrabaları olanlar da bölge ya da batı illerine kaçtılar. Yoksullukla işsizlikle, açlıkla, polis ve yargı baskısıyla gelecek kaygısıyla baş başa kaldılar.
Can güvenliğinden ve sosyal yardımlardan yoksun umutsuz bir yaşama mecbur edildiler. Böylece, savaşın başka bir cephesi oluştu; kentlerin çeperlerinde yeniden var olma ve yaşamını sürdürme savaşı.
Birleşmiş Milletler'in 1996'da İstanbul’da düzenlenen Habitat Zirvesi’ne alternatif olarak yapılan toplantıda kocası, bir oğlu ve bir kardeşi savaşta öldürülmüş bir kadın söz alarak şöyle demişti.
''Çok can yitirdik tüm varlığımızı gerilerde bırakıp dokuz çocuğumla buralara gelmek durumunda kaldık, hiçbir maddi imkanımız yok, ama burada ben en fazla ihtiyaç duyduğum barış talebini dile getirmek istiyorum. Ölümden korkmuyoruz, ancak artık kimse ölmesin, barış için el uzatıyorum bu el tutulsun.''
Bu yıllarda duyduğum barış çığlığını hatırlatmak istedim. Barış talebi Kürt halkının ihtiyacı ve değişmez gündem maddelerinden biridir. Barış mücadelesi veren Kürt Halkı, Kürt sorununun onurlu ve eşit çözümünde siyasi önderlerine en büyük katkıyı verdiler.
Cumartesi Anneleri/ Cumartesi İnsanları ve öğrenciler
Gözaltında kaybedilmelere karşı annelerin, eşlerin, kardeşlerin, çocukların ve babaların hak savunucularıyla birlikte her hafta Cumartesi günü gerçekleştirdikleri eylemler dönemin önemli toplumsal etkinliklerinden birini oluşturdu.
Cumartesi Anneleri/Cumartesi İnsanları kayıpların durdurulmasını sağladılar, şiddetin sona erdirilmesine, barışçıl ortamlara zemin hazırladılar, unutulamayacak bir mücadele örneği verdiler.
Üniversiteler liseler ve ortaokullarda Kürtçe eğitim talepleri bastırılmaya çalışıldı, öğrenciler ağır bedel ödediler.
Kürt kimliğiyle siyaset
Doksanlı yıllar Kürt siyasi hareketinin belirginleşmeye başladığı yıllar oldu. Savaş ortamının, ölümlerin işkencelerin göçlerin çok boyutlu mağduriyetlerin ve en önemlisi inkarın radikalleştirdiği siyasallaştırdığı Kürt halkı, Türkiye’nin sivil siyasi alanına adım attı.
1990'da Halkın Emek Partisi (HEP), 1992'de Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP), 1993'de Demokrasi Partisi (DEP), 1994'te Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) kuruldu. Kürt siyasi hareketi parlamentoda temsil olanağını, önce, doğrudan Kürt kimliğiyle siyaset yapmayan partiler içinde aradı.
HEP, 1991 genel seçimlerinde Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) listesinden Parlamentoya 18 milletvekili ile girdi. Bu milletvekilleri partilerinden istifa etmek zorunda kaldılar ve DEP’e katıldılar.
Bu tarihten itibaren artık Kürt kimlikli siyaset öne çıktı. HADEP 1999 genel seçimlerinde yüzde 10 barajı aşamadığı için parlamentoya giremedi ancak yerel seçimlerde, bir büyükşehir ve altı ilde Belediye Başkanlığı kazandı. Böylece TBMM de ve yerel yönetimlerde siyasi kadrolaşmanın temelleri atıldı.
Ancak bu yıllarda siyasi parti yönetici ve üyeleri milletvekilleri ve yerel yöneticileri ağır bedeller ödediler. İlk üç parti Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Derin devlet siyasi cinayetlere başladı. Milletvekilleri yöneticiler üyeler öldürüldüler. Milletvekili dokunulmazlıkları kaldırıldı. Yargılandılar, mahkum edildiler.
Dört DEP milletvekili on beş yıl cezaya çarptırıldılar ve on yıl cezaevinde kaldılar. Parti yöneticilerine siyaset yapma yasağı getirildi. Parti binaları bombalanarak tahrip edildi. Evraka el konuldu. Parti faaliyetlerine Yerel Yönetim etkinliklerine izin verilmedi. Yönetici ve üyelerin evlerine baskınlar düzenlendi. İşkencelere tabi tutuldular.
Kürt siyasi Parti’leri cinayetlere işkencelere mahkumiyetlere rağmen halkın desteğiyle ayakta kaldılar. Halk zulme ve zorbalığı direndi. Öldürülenlerin, kaybedilenlerin cezaevine gönderilenlerin caydırılanların yerini bir başkası aldı.
Parti-Halkla iç içe geçti, bütünleşti, kitleselleşti. Kürt Halkının siyaset sahnesine akışı durdurulamadı. Bu durum, PKK ile Kürt halkı ve PKK ile legal Kürt siyasi partileri arasındaki bütünleşmenin gerçekleştiğini de ifade ediyor. Doksanlı yıllar Kürt siyasi hareketinin partileşmesi ve günlük siyaset içinde etkin olmasının temellerinin atıldığı yıllar olmuştur.
Kürt Aydınları-işadamları
Doksanlı yıllarda görev yapan hükümetler dönemlerinin tümünde siyasi cinayetler kesintisiz devam etti. Kürt siyasi yaşamına katılan, Kürt kimliğinin ve kültürünün savunusunu yapan aydınlar, iş adamları da doksanlı yılların katliamına uğradılar.
Özellikle Tansu Çiller’in Başbakan ve Mehmet Ağar’ın Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemde ve Ağar’ın 1000 operasyon olarak nitelediği insan avı çerçevesinde çok sayıda Kürt işadamı- avukat- yazar-aydın da öldürüldü.
Vedat Aydın, Musa Anter bu çerçevede öldürüldüler. Kürtçe yayınlar hedef alındı. Kürtçe kitaplar yasaklandı, yazarlar yayınevi sahipleri cezalandırıldı. Kürt siyasi hareketi gazetelerinin -Özgür Gündem, Özgür Ülke...- büroları bombalandı, yazarları, çalışanları mahkum edildi, öldürüldü. Gazete satıcıları ve dağıtıcıları da öldürüldü. Cinayetler faili meçhul kaldı.
Kürt müzisyenler ya da Kürtçe ezgi söyleyenler baskılandı; Ahmet Kaya ve çok sayıda sanatçı bu nedenle yurt dışında yaşamaya mecbur edildi. Sanat ve Kültür alanlındaki baskılar Kürtçe’ye getirilen yasaklar, Kürt siyasi hareketinin güçlendiren bir sonuç yarattı.
İnsan Hakları Savunucuları
1986'da kurulan İnsan Hakları Derneği (İHD) doksanlı yılların savaş ortamında hak ihlallerine karşı çıktığı için, mağdurların yanında durduğu için devletin kurumları, dönemin hükümetleri, medyası ve köşe yazarlarınca PKK ya da Kürt yanlısı sayılarak hedef alındı.
Dernek faaliyetleri engellendi, Şubeleri kapatıldı yöneticileri soruşturuldu, yargılandı, haklarında mahkumiyet kararları verildi. Çok sayıda İHD yönetici ve üyesi öldürüldü. İHD Başkanı Akın Birdal silahlı saldırıya uğradı.
1990'da kurulan Türkiye İnsan Hakları Vakfı da aynı gerekçelerle yargı baskısına uğradı. Kürt sorunu yalnızca bir insan hakları sorunu değildir. Ancak insan hakları örgütlerinin ve savunucularının ülke içinde ve uluslar arası ortamlarda Kürtlere yönelik hak ihlallerinin duyurulmasında kaydedilmesinde ihlallere kaşı duruşlarda önemli bir yer edindi.
İnsan hakları demokrasi barış ve özgürlükler için önemli katkılar sundu. Bu nedenle Devlet ve Hükümetler kamuoyunda Kürt örgütleri gibi bir algı yaratma çabasına bu yıllarda giriştiler.
Özetle
Kürt siyasi yaşamının bazı yanlarını hatırlatmaya çalıştım. Bu hatırlatmalar Kürt sorununun yalnızca PKK’nin, yalnızca Kürt halkının bir sorunu olmadığını bir Türkiye sorunu olduğunu gösteriyor.
Doksanlı yıllarda Kürt sorunu ülkenin her yöresinde özgürlüklerin kullanılmak istendiği her alanda tahribat yaptı. Bu izlerin yok edilmesi zaman alabilir. Bu tarihi dönemin öğrettiklerinin bizleri sürekli eşit ve adil barışla buluşturmasını umuyorum. (YÖ/BA)
* Yavuz Önen Mimarlar Odası, Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği (TMMOB) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı genel başkanlarından. Halkların Demokratik Partisi (HDP) kurucu eş genel başkanıydı.